ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN SÜRGÜNDEN DÖNÜŞÜ VE SİYASETE GİRİŞİ
27 Mayıs Harekâtı sonrasında oluşan MBK, olabildiğince çabuk, iktidarı sivillere devretmek isteyenlerle, partilerin politik faaliyetine izin verilmeden önce ülkenin siyasî yapısını değiştirecek reformları gerçekleştirmek isteyenler olarak ikiye bölünmüştü. İkinci grup olarak kabul edilen Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının oluşturduğu 14'ler grubunun plânı askerî yönetimin en azından dört yıl, gerekirse daha fazla sürmesi yönündeydi. İki grubun tutumu siyasî olarak CHP ve İnönü üzerinde yoğunlaştı. Birinci gruptakiler, DP feshedildikten sonra en güçlü siyasî yapı olduğundan iktidarın CHP'ye devrini öneriyorlardı. Buna karşı 14'ler grubu, iktidarı çok kolay bir şekilde CHP'lilere teslim etmeye niyetli değildi. Temizlenmiş bir DP'nin yarışmada yer alabileceğini ummuşlardı. Fakat bunun artık imkânsız olduğu anlaşılınca, ülkede yeni bir siyasî ortak oluşturuluncaya kadar iktidarın orduda kalmasını tercih ettiler.
Başlangıçta bu grubun üyeleri politikada önemli bir etki gösterebiliyorlardı. Belki de ülkenin geleceği ile ilgili açık bir plâna sahip tek komite üyesi olan Alparslan Türkeş, Başbakanlık müşaviri olmuştu. Yine önemli isimlerinden olan Binbaşı Orhan Erkanlı ise önemli ve stratejik bir görev olan MBK Genel Sekreter Yardımcısı olmuştu.
MBK'de pek çok üye iktidarın sivillere devredilmesi konusunda acele etmediği için, çoğunluk ikinci gruptan yana idi. Üst rütbeli subaylar başbakanlık, iç işleri bakanlığı, savunma bakanlığı ve ulaştırma bakanlığı aracılığıyla yönetimi ellerinde bulunduruyorlardı. Diğer taraftan ikinci gruptakiler ordudaki kariyerlerinden vazgeçmişler ve kimileri de darbede görev alan ve fakat MBK'de bulunmayan Dündar Seyhan ve Talat Aydemir gibi aktif alt rütbeli subaylarla ilişkilerini sürdürmelerine rağmen, artık orduyla doğrudan ilişkileri kalmamıştı. Bu nedenle 14'ler grubu, generaller için bir tehdit oluşturuyordu. Alt rütbeliler, generaller olmadan hükûmeti devirmişlerdi. Aynı şeyi generallere karşı yapmamaları için hiçbir sebep yoktu. Dolayısıyla iki grup da birbirlerine karşı bir darbe korkusu içinde bulunuyorlardı .
MBK'de başlayan iç hesaplaşmayı fark ederek tedbir alınması gereğini ilk tespit eden 14'ler grubu olmasına rağmen rakiplerine karşı inisiyatifi ilk ele alan generaller olmuştur. 21 Eylülde Gürsel grubundan üyeler 27 Mayıs Hareketini halka açıklamak için Anadolu'da bir propaganda turu başlattılar. Ertesi gün 14'ler grubunun lideri olan Türkeş, başbakanlıktaki görevinden istifa etti. Türkeş'in görevinden istifası haberi komitedeki hareketliliği daha da arttırdı.
Eylül ayı içinde MBK, yasama yetkisini MBK'den devralacak bir Kurucu Meclis oluşturulması fikrini tartışmaya başlamıştı. MBK'nin iktidarda kalmasını isteyenler bu öneriye karşı çıktılar ve bunu engelleyeceklerinden de emindiler.
Zira MBK'de kararların alınması beşte dört çoğunluk şartına bağlanmıştı. Birinci gruptakiler böyle bir çoğunluğu sağlayamayacaklarını biliyorlardı. Bu arada basında da eleştiriler artmaya başlamış ve MBK'deki bölünme sürekli olarak işlenmiştir.
Cemal Gürsel, MBK içindeki muhalefete rağmen Turhan Feyzioğlu'nu Kurucu Meclis için bir yasa taslağı hazırlamaya davet etti. 3 Kasım'deki bu görevlendirmeden sonra, MBK'de 14'lerin, Gürsel grubuna karşı darbe hazırladığına dair haberler yayılmaya başladı. Bu arada Orhan Erkanlı 11 Kasım'de istifa etti ve İstanbul'a gitti. Erkanlı'nın İstanbul'a gidişini darbenin başladığı şeklinde yorumlayan generaller, işleri tesadüflere bırakmamayı kararlaştırarak 14'lerin tasfiye edilmesi hareketini başlattılar. Nitekim MBK'nin 14 üyesi 12 Kasımı 13 Kasıma bağlayan gece Gürsel'in imzaladığı bir emirle tasfiye edilmişler, bir iki gün içinde de aileleriyle birlikte dış ülkelere elçilik müşaviri olarak gönderilmişlerdi.
Alparslan Türkeş'in Sürgündeki Faaliyetleri
13 Kasım günü evinde gözaltına alınan Alparslan Türkeş de Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'ye sürgüne gönderilmişti. Türkeş sürgüne gönderilişi hakkında hatıratında şu bilgileri vermektedir; "Ailece Esenboğa'dan gece saat 23'te hareket ettik.Ertesi sabah, mahallî saatle 6.30'da Yeni Delhi Havaalanı'na indik. Tarih, 20 Kasım 1960'ı gösteriyordu. Hindistan çok sıcaktı. Böyle bir havayla karşılaşacağımızı hiç tahmin etmiyorduk".
Alparslan Türkeş kısa zamanda Hindistan'a uyum sağladı. Türkiye Büyükelçiliğinde müşavir olarak göreve başladı. Yabancı diplomatlarla kısa zamanda kaynaştı. Ayrıca tasfiye hareketi ile dünyanın dört yanına dağılan arkadaşları ile temasa geçti. Sürgündeki 13 arkadaşı ile mektuplaşmaya başladı. Arkadaşlarıyla haberleşmesi kontrol altında tutulmasına rağmen yazdığı mektupları Beyrut'ta bulunan MİT görevlisi bir tanıdığı vasıtasıyla Türkiye'ye ulaştırabiliyordu. Ayrıca Yunanistan, Kıbrıs, İtalya ve Almanya üzerinden Türkiye ile yazışma yapabiliyor ve bu sayede Türkiye'de olup bitenleri vakit kaybetmeden öğrenebiliyor ve ona göre tavır alabiliyordu. Sahip olduğu bu konumunu iyi değerlendiren Türkeş, bu sayede çok uzaklarda olmalarına rağmen 14'leri aynı hedeflere yönelterek uzun süre ayakta tutmaya çalışmıştır.
13 Kasım tasfiyesinde 14'ler grubunun ortadan kaldırılması dahi düşünülmüştü. Ancak grubun ordu içindeki kuvveti ve taraftar kitlesinin fazlalığı 13 Kasımcıları bu düşüncelerinden vazgeçirmişti. Sonuçta 14'lerin sürgüne gönderilmeleri en iyi çıkış yolu veya ceza olarak görülmüş ancak yurt dışında olmalarına rağmen Alparslan Türkeş ve arkadaşları daima potansiyel bir tehlike olarak kabul edilmiştir. Bu tehlikeyi bertaraf etmek ve grubun dağılmasını sağlamak amacıyla çeşitli entrikalara girişilmiş, 14'ler birbirleri aleyhine kışkırtılmaya çalışılmıştır.
13 Kasımdan sonra Türkiye'de basın, siyasî partiler ve MBK'nin müşterek hedefi 14'leri parçalamak şeklinde tezahür etmiştir. 13 Kasımcıların bu tür manevralarının 14'ler üzerinde kısmen etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Türkeş'in Hindistan'da bulunduğu süre içinde arkadaşları ile yaptığı mektuplaşmalar incelendiğinde; sürgünden hemen sonra çeşitli dedikodu ve yalanlarla zedelenmiş olan 14'ler grubunun ilişkilerini düzeltmeye çalıştığı görülmektedir. Alparslan Türkeş yeni yıl münasebetiyle 1962 yılında arkadaşlarına yazdığı mektupta 14'leri "Türklüğün ümit dünyasını aydınlatan me'şale" olarak değerlendirmesi bunun en önemli kanıtıdır.
Türkeş, 14'ler arasındaki birliği sağlayabilmek amacıyla bazı prensipleri tespit ederek grubun bu ilkelere uymasına gayret sarf etmiştir. Türkeş'in Hindistan'da iken tespit ettiği prensipler şunlardır;
a) 14'ler birbirlerine karşı körü körüne itimat ve güven beslerler.
b) Birbirleri hakkında duydukları haberleri, her şeyden önce ilgili arkadaşlarına bildirerek kendilerini aydınlatmasını isterler ve ondan sonra bu gibi haberler üzerinde mütalâa yürütürler.
c) 1 Ocak 1962 tarihinden önce, 14'ler arasında geçen sözler, münakaşalar ve işitilmiş olan dedikodular unutulmuş olup, bir daha arkadaşlar arasında bunlar üzerinde konuşma ve yazışma yapılmaz.
ç) 14'lere dahil bulunan kimseler, çok şerefli ve faziletli kimseler olup, onların gereksiz bir hareket yapacağı kabul edilmez ve düşünülmez.
d) İnsan olarak, herkesin tabiatı ve itiyatları diğerlerinden farklıdır. Bize kusurlu görünen taraflarını da hoş görerek arkadaşlarımızı bağrımıza basarız.
e) 14'lerden olmayan kimselere, kendi arkadaşlarımızdan herhangi biri aleyhinde söz söylenmez, tenkit yapılmaz.
Alparslan Türkeş, Türkiye'de yıllardan beri gayrimeşru servetler elde etmiş ve büyük bir imkân sağlamış ayrıca basın kudretini kontrolleri altına almış olan mütegallibelere karşı sadece 14'leri önemli bir güç olarak görüyordu. Bu yüzden Türkiye'nin menfaatleri açısından 14'lerin dağılmaması için azamî gayret sarf etmiştir. Bu sebeple de daha Hindistan'da iken Türkiye'ye dönüşü sonrasında nelerin yapılması gerektiğini düşünen ve bu hususta plânlar yapmış ve 27 Mayıs Hareketi ile gerçekleştiremediği "sosyal reform politikası"nı bu defa 14'ler vasıtasıyla tatbik etmeyi düşünmüştür.
Türkeş ve arkadaşları için Türkiye'deki en büyük engel daima CHP ve basın olmuştur. Türkeş bu konuda şunları söylemektedir; "CHP ve Ahmet Emin'le Falih Rıfkı'nın başında bulundukları basın çetesi, bizim barışmaz düşmanlarımızdır. İhtilâlden sonra ben bunları teskin ve tatmin için kendilerine birçok defalar izahat ve teminat verdim. Dostluk gösterdim, menfaatler sağladım.
Fakat onlar düşmanlıklarından vazgeçmediler. Çünkü, bizim yapmak istediğimiz sosyal reformlar, onların menfaatlerine uygun düşmemektedir. Düne kadar bizleri, diktatörlük heveslisi, faşist veya komünist hayranı diye itham ederek kendilerini demokrasi ve hürriyetin koruyucusu ilân eden bu adamlar, bu defa "Devletçi Sosyalizm" taraftarı olduklarını ilân ediyorlar. Şu hâlde samimî olmadıkları aşikâr bulunan bu sürüye, "bizim fikirlerimizi taşıyorlar" diye güvenmeye ve onlara dayanmaya kalkmak imkânsızdır".
Alparslan Türkeş sürgünde bulunduğu süre içinde değişik zamanlarda Avrupa'ya geçerek arkadaşları ile fikir alışverişinde bulunmuştur. Bu görüşmelerde genellikle 14'lerin Türkiye'ye dönüşü sonrasında nasıl bir politika takip edilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur.
Kurucu Meclis ve 1961 Anayasası
MBK, 14'leri tasfiye etmekle bütün meseleleri halletmiş sayılmazdı. Silâhlı Kuvvetler içinde benzer görüşlere sahip başka subay grupları da vardı. Diğer taraftan ordu üzerinde tartışmasız etkisini devam ettiren CHP lideri İnönü ve diğer sivil güçler, MBK'nin hemen seçimlere giderek, kazanacak partiye iktidarın devrini istiyorlardı. CHP'nin seçimleri kazanma umudu yüksekti. Ancak sandık sonuçları CHP'nin istediği şekilde sonuçlanmayacaktır.
MBK üyelerini, iktidarı bırakmaya zorlayan en önemli sebep, ekonomik sıkıntılar olmuştur. Kendileri de halkın içinde idiler ama hangi önlemleri alabileceklerini bilmiyorlardı. Hiçbir programa sahip değillerdi. 14'lerin tasfiyesinden sonra karar mekanizması âdeta çökmüştü. İktisadî ve siyasî meseleleri çözemiyorlardı. Bu yüzden biraz da üzerlerindeki ağır sorumluluktan kurtulmak gayesiyle yeni bir anayasa hazırlayarak, seçimlere gidilmesini sağlayacak olan Kurucu Meclisi oluşturma kararını hayata geçirmeye başladılar.
7 Aralık 1960'da MBK'de kabul edilen kanuna göre tesis edilen 1961 Kurucu Meclisi iki bölümden oluşuyordu;
1) Millî Birlik Komitesi
2) Temsilciler Meclisi
Kurucu Meclisin temsil özelliği, o günkü şartlarda, mümkün olduğu ölçüde geniş tutulmaya çalışılmıştır. DP hariç tutulmak suretiyle 67 ilde siyasî partilerden ve çeşitli meslek kesimlerinden temsilciler kademeli olarak seçilmişlerdi. Kurucu Meclis 296 kişiden meydana geliyordu. Temsilciler Meclisi 272 kişi, MBK üyeleri de 24 kişiydiler. Meclisin bu genel yapısı içerisinde CHP temsilcileri 49 kişi, CKMP temsilcileri 25 kişi olarak tespit edilmişti. Ancak Temsilciler Meclisi üyeleri ezici çoğunlukla CHP taraftarı idiler.
Bunun sebebi illerin çoğundan gelen üyeler ile diğer kuruluşlardan gelen üyelerin ekseriyetle CHP taraftarı olmasından kaynaklanmaktaydı.
Kurucu Meclis, 9 Mart 1961'de çalışmalarına başlamış, 27 Mayıs 1961'de hazır hâle gelen anayasa, 9 Temmuz 1961'de halk oylamasına sunulmuştur. Halk oylamasına katılanların %60.4'ü kabul %39.4'ü ise ret oyu kullanmıştır. Olumsuz oy kullananların hayli yüksek oranda olmasındaki temel sebep, halk oylamasının plebisit niteliği taşıması, verilen oyların anayasayı beğenmek ve beğenmemekten çok, askerî yönetimden memnun olmak veya olmamak anlamına gelmesi şeklinde yorumlamak mümkündür.
Kabul edilen 1961 Anayasası ile ülkemizde bazı kurumlar ilk defa oluşturulmaktaydı. Bunlar arasında Millet Meclisi ve Senatodan meydana gelen çift meclisli bir sistem, Anayasa Mahkemesi, Devlet Plânlama Teşkilâtı, Millî Güvenlik Kurulu sayılabilir.
Demokrasiye Geçiş ve Koalisyonlar Dönemi
Kurucu Meclis, Ocak 1961'de Genelkurmay eski başkanlarından emekli Orgeneral Rauf Orbay'ın başkanlığında çalışmaya başladıktan yaklaşık bir ay sonra siyasî parti faaliyetlerine izin verilmiştir. CHP ve CKMP'nin yanında çok sayıda yeni parti kurulmuştur. Bunlar arasında 11 Şubat 1961'de kurulan Adalet Partisi ve 13 Şubat 1961'de kurulan Türkiye İşçi Partisi önemlidir.
15 Ekim 1961'de yapılan seçim sonuçlarına göre oyların %62'sini CHP'ye karşı olan ve DP'nin tabanını temsil eden AP, CKMP ve YTP almışlardır. Bu partilere verilmiş olan oylar uygulamada 27 Mayısçılara ve CHP'ye karşı verilmiş sayıldığından iç ve dış çevrelerde seçim sonuçları "Menderes'in zaferi" şeklinde yorumlanmıştır. Seçmen kütüklerine kayıtlı seçmenlerin %81.41'nin oy kullandığı 1961 seçimlerinin sonuçları şöyledir;
CHP %36.7 oy, 173 milletvekili
AP %34.7 oy, 158 milletvekili
YTP %13.6 oy, 65 milletvekili
CKMP %13.7 oy, 54 milletvekili
Çoğunluk sistemi uygulanan Cumhuriyet Senatosundaki sandalye dağılımı ise daha farklıdır ;
AP %35.4 oy, 71 senatör
CHP %37.2 oy, 36 senatör
YTP %13.9 oy, 27 senatör
CKMP %13.7 oy, 16 senatör
Anayasanın kabulü, genel seçimlerin yapılması ve parlâmentonun açılması ile MBK yönetimi hukuken sona ermişti. Fakat Silâhlı Kuvvetler mensuplarının açık siyasî faaliyetleri devam ediyordu.
Bunun en çarpıcı örneği 21 Ekim 1961'de, TBMM açılmadan üç gün önce İstanbul'da Harp Akademilerinde yapılan toplantıda 10 general ve 28 albay arasında imzalanan belgedir. Talat Aydemir'in öncülük ettiği bu grubun imzaladığı belgenin özü, seçim sonuçlarının iptal edilmesini, siyasî partilerin ve MBK'nin dağıtılmasını ve bir askerî rejimin kurulmasını öngörüyordu. Silâhlı Kuvvetler Birliği(SKB) adı verilen bu grubun aldığı kararlar, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay ve yakın çevresi tarafından benimsenmediği için yürürlüğe girememiştir. Aynı şekilde protokolden haberdar olan CHP lideri İnönü'nün bu tür hareketlere karşı olduğunu bildirmesi, bu grubu yalnızlığa itmiştir. Bunlara karşılık siyasî parti liderleri meclisin açılmasına bir gün kala komutanların önünde, 27 Mayısa karşı çıkmayacaklarını, cumhurbaşkanlığı için Cemal Gürsel'in dışında kimseyi desteklemeyeceklerini ve Yassıada mahkûmlarının affını söz konusu etmeyeceklerini belirten bir protokole imza koymak durumunda kalmışlardır. Ayrıca Silâhlı Kuvvetler Birliği'nin bu teşebbüsü Brüksel toplantısında 14'ler tarafından müzakere edilerek Meclisin açılması yönünde karar alınması Talat Aydemir grubunun niyetlerinden vazgeçmesini sağlayan bir diğer önemli sebep olarak kabul edilmektedir. Alparslan Türkeş bu toplantıda SKB'nin Meclisi açmama teşebbüsüne "ülkede kan dökülmesine yol açacağı" düşüncesiyle karşı çıkmış ve 14'lerin Meclisin açılması yönündeki kararını Dündar Seyhan vasıtasıyla Ankara'ya bildirilmesini sağlamıştır.
Meclis, bu gelişmeler sonrasında 25 Ekim 1961'de açıldı. Fakat daha ilk günde, Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle bunalım çıktı. AP'nin bir kanadı Cumhurbaşkanlığı makamına Ord. Prof. Ali Fuat Başgil'i aday göstermek istemekte ve CHP ile koalisyona yanaşmamakta idi. Fakat Silâhlı Kuvvetlerin baskısı ve daha yakın zamana kadar asker olan AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala'nın yardımı ile seçime katılan tek aday Cemal Gürsel 607 oyun 434'ünü alarak, 4. Cumhurbaşkanı olmuştur. Ardından yine uzun çekişmelerden sonra Suat Hayri Ürgüplü Senato başkanlığına, Fuat Sirmen Millet Meclisi başkanlığına getirildiler. Alparslan Türkeş hatıratında, sürgünde bulunduğu sırada yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde A. Fuat Başgil'i tercih ettiğini belirtmektedir. Ancak Türkeş, konunun görüşüldüğü Brüksel toplantılarında SKB'nin muhalefeti sebebiyle Başgil lehine ısrar edememiştir. Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık makamlarının ordu açısından güvenilir kişilere teslim edilmesinden sonra bir kısım albay dışında çoğu yüksek rütbeli subay ve general 21 Ekim 1961 protokolünün uygulanmasından vazgeçmişlerdir. Bu durum geçici de olsa Silâhlı Kuvvetlerden gelebilecek yeni bir müdahaleyi ertelemiştir.
20 Kasım 1961 - 1 Haziran 1962 arasında görev yapan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk koalisyonu olarak tarihe geçen ihtilâl sonrasının yeni hükûmeti 20 Kasım 1961'de kurulmuştur. İsmet İnönü başkanlığındaki bu ilk koalisyonun sandalye dağılımı CHP ve AP arasında eşit idi. Hükûmet üyeleri ise şu isimlerden oluşuyordu;
Başbakan: İsmet İnönü
Başbakan Yardımcısı: Akif Eyidoğan
Devlet Bakanı: Turhan Feyzioğlu
Devlet Bakanı: Avni Doğan
Devlet Bakanı: Necmi Ökten
Devlet Bakanı: Nihat Su
Adalet Bakanı: Sahir Kurutluoğlu
Bayındırlık Bakanı: Emin Paksüt
Çalışma Bakanı: Bülent Ecevit
Dışişleri Bakanı: Selim Sarper
Gümrük ve Tekel Bakanı. Şevket Pulatoğlu
İçişleri Bakanı: Ahmet Topaloğlu
İmar-İskan Bakanı: Muhittin Güven
Maliye Bakanı: Şefik İnan
Millî Eğitim Bakanı: Hilmi İncesulu
Millî Savunma Bakanı: İlhami Sancar
Sağ. ve Sos. Yar. Bakanı: Suat Seren
Tarım Bakanı: Cavit Oral
Ticaret Bakanı: İhsan Gürsan
Sanayi Bakanı: Fethi Çelikbaş
Bas.-Yay.veTurizm Bakanı:Kamuran Evliyaoğlu
Ulaştırma Bakanı: Cahit Akyar.
Yeni hükûmetin en önemli meselesi iki yıldır durgunluğu devam eden iktisadî hayatı canlandırmaktı. Bu arada parlâmenter demokrasinin geleceği tartışma konusuydu. Silâhlı Kuvvetler içinde ve aydınlar arasında rejimin ve Kemalist reformların korunması için meclis dışı güçlerden bahsediliyordu. Bütün bunlara karşı İsmet İnönü bu talepleri reddeden bir radyo konuşması yaptı. Bu arada bazı çevrelerde 27 Mayıs'ın intikamının alınacağı gibi bir hava estiriliyordu. Ülkede tekrar bir darbe ortamı adeta oluşturulmuş ve bir müdahale beklenir olmuştu. Silâhlı Kuvvetler içerisinde yönetime el koyma düşüncesi özellikle alt kademelerde hâkim olmaya başlamıştı. Kurmay Albay Talat Aydemir, böyle bir hareketin öncülüğünü yapmakta, Harp Okulu ise bu hareketin çekirdeğini oluşturmaktaydı. Aydemir, okul komutanı olarak ortamı iyi hazırlamıştı. Genç Harbiyeliler arasında Silâhlı Kuvvetlerin hatta İnönü'nün kendileriyle birlikte oldukları söylentisi de bilinçli olarak yayılmıştı. Ne var ki ne Cevdet Sunay ne de İnönü böyle bir hareketi destekliyorlardı. Hatta İnönü, şubatın ikinci yarısında okulu ziyaret ettiğinde Talat Aydemir'in bu hareketi plânladığını sezmişti. İnönü, bu izlenimden sonra başta Aydemir olmak üzere hareketi plânlayanların tayin kararlarını ele aldı. Gizlilikle yapılmaya çalışılan bu tayin kararlarını haber alan Aydemir ve ekibi 22 Şubat günü, eylemi gerçekleştirmeye karar verdiler. 22 Şubatta akşam saatlerinde Harp Okulu ve onlara bağlı tanklar Ankara'da önemli kavşakları tutmuşlardı. O sırada İnönü, Gürsel ve bazı yetkililer Çankaya'da toplantı hâlinde idiler.
Aydemir'e bağlı olan Muhafız Alayı, Süvari Bölük Kumandanı Fethi Gürcan aynı dakikalarda Muhafız Alayını denetimine almıştı. Fethi Gürcan, Gürsel, İnönü ve diğer yöneticilere ne yapmasını gerektiğini Aydemir'e sormuş ve Aydemir'den "bırak, gitsinler" yanıtını almıştı. Böylece kontrolden kurtulan İnönü ve bakanlar, Hava Kuvvetleri Karargâhına girmişler ve Aydemir'e karşı yapılacak hareketi buradan yönetmeye başlamıştı. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri hükûmete bağlıydı. Talat Aydemir'e Ankara'daki bazı birlikler katılmıştı. Duruma hâkim olan İsmet İnönü ayaklananların liderlerine "emekli edilmek suretiyle affedileceklerini" bildirdi. Sabaha kadar süren pazarlıklardan sonra Talat Aydemir ve arkadaşları direnmenin manasızlığını anlayınca teklifi kabul ederek teslim oldular.
Ancak kısa sürede 22 Şubat gecesinin korkulu saatleri unutuldu. Talat Aydemir ve arkadaşlarının affı Mecliste konuşulurken, koalisyon ortağı AP, Yassıada mahkûmlarının da affını gündeme getirdi. Bu durum hem hükûmette hem de orduda büyük rahatsızlık oluşturdu ve ilk koalisyonun da sonunu hazırladı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk koalisyon hükûmeti 30 Mayıs 1962 tarihinde bozuldu. 25 Haziran 1962- 2 Aralık 1963 arasında faaliyet gösteren İkinci İnönü Koalisyon Hükûmeti CHP, YTP, CKMP ve bağımsızların katılmasıyla gerçekleştirilmiştir.
Bu koalisyonun üye dağılımı da şöyle oluşmuştur:
CHP: 10, YTP:6, CKMP:4, Bağımsız:1
Bu dağılıma göre hükûmet üyeleri ise şu şekilde teşekkül etmiştir;
Başbakan: İsmet İnönü
Başbakan Yardımcısı: Ekrem Alican
Devlet Bakanı: Hıfzı Oğuz Bekata
Devlet Bakanı: Hasan Dinçer
Devlet Bakanı: Turhan Feyzioğlu
Devlet Bakanı: Raif Aybar
Adalet Bakanı: A.Kemal Yörük
Bayındırlık Bakanı: İlyas Seçkin
Çalışma Bakanı: Bülent Ecevit
Dışişleri Bakanı: Feridun Cemal Erkin
Gümrük ve Tekel Bakanı: Orhan Öztrak
İçişleri Bakanı: Sahir Kurutluoğlu
İmar-İskan Bakanı: F.Kerim Gökay
Maliye Bakanı: Ferit Melen
Millî Eğitim Bakanı: Ş.Raşit Hatipoğlu
Millî Savunma Bakanı: İlhami Sancar
Sağ. ve Sos. Yar. Bakanı: Yusuf Azizoğlu
Sanayi Bakanı: Fethi Çelikbaş
Tarım Bakanı: Mehmet İzmen
Ticaret Bakanı: Muhlis Efe
Bas-Yay ve Turizm Bakanı:Tevfik Karasapan
Ulaştırma Bakanı: Rıfat Öçten
Alparslan Türkeş'in Sürgünden Dönüşü
Alparslan Türkeş'in 815 günlük sürgün hayatı 22 Şubat 1963'de sona ermiştir. Hindistan'dan ailesi ile birlikte Lübnan'a gelen Türkeş burada eşi ve çocuklarını Beyrut'tan Ankara'ya gönderdi. Kendisi ise İsviçre'ye geçti. Burada Dündar Taşer ile görüştü. Daha sonra Bern, Brüksel ve Paris'e geçerek 14'ler grubunun diğer mensuplarıyla buluştu. Avrupa'da bulunduğu süre içinde arkadaşlarıyla yaptığı görüşmelerde daha çok Türkiye'de takip edecekleri siyasetin nasıl olması gerektiği üzerinde fikir yürüttüler.
Bu görüşmelerden sonra Muzaffer Özdağ ile Türkiye'ye doğru yola çıktılar. Yugoslavya'ya geldiklerinde Muzaffer Özdağ'ı Bulgaristan üzerinden Türkiye'ye gönderdi. Kendisi ise Üsküp, Makedonya üzerinden Selânik'e geçti. Burada Batı Trakya Türkleri ile çeşitli görüşmeler yaptı. Nihayet 22 Şubat 1963 günü Kapıkule'den giriş yaparak Edirne'ye geldi. Edirne'de Muzaffer Kaplan ve kalabalık bir vatandaş topluluğu tarafından karşılandı. Kafile hâlinde İstanbul'a geldi. İstanbul'da basın toplantısı yaparak daha önce hazırlamış olduğu "Millete Beyanat" adlı metni Türk milletine sundu. 24 Şubat'ta ise Ankara'ya geldi. Alparslan Türkeş'in yurda dönüşü münasebetiyle yayımladığı beyanatı önemine binaen aşağıya alıyoruz;
" Sevgili Vatandaşlarım,
Ülkü ve inancından vazgeçmez bir insan olarak, iki yıl önce aranızdan ayrılmış uzaklara gitmiştim. Bugün yine aynı azim ve imanla dolu ve Türk milletinin geleceği hakkında büyük ümitler taşıyarak, sevinç ve heyecan içinde tekrar sizlere kavuşmuş bulunuyorum.
Sizlerden biri ve sırdan bir vatandaş bulunmak övünç ve heyecanımın tek kaynağını teşkil etmektedir.
Söze başlarken, millet iradesinin her şeyin üstünde tutulmasını ve ona herkes tarafından saygı ve itaat gösterilmesini, bir selâmet yol olarak gördüğümü tekrar belirtmek isterim.
27 Mayıs sabahı yazarak sizlere radyodan yayınladığım yazımın mana ve ruhuna daima sadık kaldım ve bugün de memleketin huzur ve yükselişini bu beyanatın belirttiği ruh ve yönde görmekteyim.
Irk, din ve mezhep farkı gözetmeksizin, vatandaşların refah ve saadetini sağlamak ve insana değer veren insanca bir zihniyetle memlekette huzur ve istikrarı sür'atle tesis için her çeşit gayret gösterilmelidir.
Büyük Atatürk'ün bize emanet ettiği ilkelere daima bağlı kalınmalı ve hürmet edilmelidir.
Mübarek vatan topraklarına ayak bastığım şu günlerde sizlere 27 Mayıs'ın gayelerini, her türlü hırslı ve bencil tutumlara karşı göğüs germiş yetkili bir kimse olarak açıklamakta fayda görüyorum.
Sevgili vatandaşlarım,
27 Mayıs hiçbir parti ve zümreye karşı ve herhangi bir şahıs, zümre ve parti lehine bir hareket olarak yapılmamıştır.
27 Mayıs iktidarda bulunan bir partiyi silâh zoru ile iktidardan indirip onun yerine bir muhalefet partisini oturtmak için, yani adî bir hükûmet darbesi olarak düşünülmemiştir. Onun kökleri, asil gayeli kaynaklara inen derinliklerdedir.
Bunun aksini söylemiş ve söylemekte bulunanlar memlekete büyük zarar vermiş ve hâlen de vermeye devam eden kimselerdir.
27 Mayıs, sefalet, yokluk ve karanlık içinde sahipsiz olarak bırakılmış bulunan köylü ve halk kitlesini en kısa yoldan ve hızla modern uygarlığa ulaştırmak, Türk devletini kendi gücü ile ayakta durabilecek hâle getirmek için yapılmıştır.
27 Mayıs, politika bezirgânlıkları ve şahsî menfaat hırsları ile tehlikeye düşürülen Millî Birliği korumak, kardeş kavgasına meydan vermemek gayesiyle yapılıştır.
27 Mayıs, memleketin savunma gücünü en yüksek dereceye çıkarmak, Türk Silâhlı Kuvvetlerini II. Cihan Harbi başından beri terkedilmiş olduğu, ihmal ve bakımsızlık çukurundan kurtarmak için yapılmıştır.
27 Mayıs, topraksız köylüyü toprak sahibi yapmak, bütün milleti içine alan bir yardımlaşma teşkilatı kurarak hiçbir vatandaşı yardımsız ve sahipsiz bırakmamak için yapılmıştır.
27 Mayıs, güzel sanatlar ve spordan halk hizmeti için faydalanarak aydınları ve gençleri köylere ve halkın içine gönderip, halkla harman ederek, memleketi hızlı kalkındırmak için yapılmıştır.
27 Mayıs, Ülkü ve Kültür Birliği ve Türk Kültür Dernekleri gibi kurullarla uyanıklık sağlamak ve millî kültürü geliştirerek Millî Birliğimizi sağlamlaştırmak için yapılmıştır.
27 Mayıs, ilmî meş'ale yaparak hızla kalkınmak ve Türk milletini en kısa zamanda atom ve feza çağına sokmak için yapılmıştır.
27 Mayıs, Türkiye'yi muzır cereyanların manevî istilâsından kurtarmak ve onu millî özelliğe sahip hür bir fikir ve vicdan hayatına kavuşturmak için, yani kısacası Türk Rönesansını yaratmak için yapılmıştır.
Muhterem Vatandaşlarım,
Bugünkü tutum ve hızla yukarıda sıralanan hedeflere kaç yüz senede ulaşılabileceği düşünülmeli ve bu geçecek yüz yıllar sırasında, modern memleketlerin bizi beklemeyecekleri de hesaba katılmalıdır.
Sevgili vatandaşlarım,
Bugün dünya atom ve feza çağının eşiğinden içeriye adım atmış bulunmaktadır. On dokuzuncu yüzyılda meydana gelen ilmî ve teknik gelişmeler, nasıl sosyal, ekonomik ve politik hayatı alt üst etmişse, gelmekte olan atom ve feza çağı da büyük değişikliklere sebep olacaktır. Bir sıçrama yaparak çağlar üzerinden atlayıp atom ve feza çağına girmek zorundayız. Türkiye bir varolmak veya yok olmak dâvasıyla karşı karşıyadır. Bizi birbirimize düşürmek ve devletimizi parçalamak için içte ve dışta tehlikeli cereyanlar gelişmektedir.
Birbirimize karşı davranışlarımızda, daima karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörürlük duygusu hâkim olmalıdır.
Siyasî partiler, bir saltanat vasıtası ve bir gaye olarak değil, sadece memlekete ve millete hizmet için bir vasıta olarak kabul edilmelidir.
Her kim olursa olsun, bütün vatandaşlara karşı şefkat. Sevgi ve kanun himayesi şart sayılmalıdır. Fikirlerini kabul etmediğimiz veya şahsî aykırılığımız bulunanlara da, insanca, hukuk düzeni içinde işleme tabi tutulması esas olmalıdır.
Millet ve memleket faaliyetleri, ilim ve tekniği her şeyin üstünde tutan bir görüşle düzenlenmeli ve iktisadî hayat hemen harekete geçirilmelidir. Türkiye'mizin endişesiz yarınına güvenen çalışkan insanlar diyarı olarak ufuklarda yükselmelidir.
Aziz vatandaşlarım,
Türk milleti bölünmez kutsal bir bütündür.
Bizler belirli bir fikir ve davayı temsil ile onun bayrağını taşıyan insanlarız. Bizi şu veya bu siyasî teşekküle izafe etmek yerine bütün bir milletin sadece hâdimi olarak kabul etmek gerekir.
Sevgili vatandaşlarım,
Mensubu olduğumuz Türk milleti, büyük kabiliyetlere ve büyük güce sahip bir millettir. Kudretimiz ve irademiz, önümüzdeki güçlükleri yenmeye ve bize çevrilmiş olan tehlikeleri göğüslemeye yeterlidir..
Ey geçmişin büyük fırtınaları, eşsiz ve şerefleri içinden gelen ve mutlu yarınlara elbette erişecek olan büyük Türk milleti.
Selâm, sevgi, muhabbet sana.."
Alparslan Türkeş Hindistan sürgününden sonra Ankara'ya yerleşti. Gaziosmanpaşa semtindeki evinde ilgi odağı hâline gelmiş, ziyaretçi akınına uğramıştı. Eski arkadaşları peşini bırakmamış, kimileri tekrar "ihtilâl" yapmayı, kimileri ise "siyaset" yapmayı teklif ediyordu. Bu sıralarda Türkeş'in eski arkadaşı olan Emekli Albay Talat Aydemir ilk teşebbüsünden sonra ikinci defa ihtilâli denemeyi plânlamaktaydı.
Talat Aydemir, 21 Mayıs Hareketin'e Alparslan Türkeş'i de dahil etmek için büyük çaba sarf etmiştir. Aydemir'e göre 22 Şubatçılar ile 14'ler birleştiği takdirde ülkenin idaresi çok kolay bir şekilde ele alınabilirdi. Bu birleşmenin sağlanabilmesi için 10 Nisan 1963 günü Dikmen Taşucu'nda Türkeş grubu ile Aydemir grubu bir görüşme yaptılar. Türkeş görüşmede Aydemir'e, kendisinin liderliği altında ve meşru yolla siyasî faaliyette bulunmayı teklif etti. Aydemir, Türkeş'in liderliğini kabul etmediği gibi memlekete ihtilâl yoluyla hizmet edileceği kanaatinde olduğunu açıkladı. Türkeş'in meşru zeminden ayrılmama fikri, Aydemir'in harekât plânı ile tamamen farklıydı. Bu yüzden görüşmede netice alınamamıştır.
Daha sonra kendi başına hareket etmeye karar veren Talat Aydemir ve Fethi Gürcan arkadaşlarıyla birlikte 20-21 Mayıs 1963'te ikinci kez darbe teşebbüsünde bulundular. Ancak bu hareketin sonu hüsran oldu ve bu teşebbüslerinin bedelini ağır ödediler. Bu seferki isyanı bastırma işini bizzat Cevdet Sunay ve kuvvet komutanları yönettiler. 20-21 Mayıs 1963 ayaklanması 22 Şubata göre daha geniş bir çevre ile bağlantı kurularak yapılmıştı.
Bu ayaklanmada hükûmete bağlı askerlerle isyancılar arasındaki çatışmada 8 kişi ölmüş, 26 kişi yaralanmıştı. Yapılan yargılamalardan sonra isyanın öncüsü Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz ve Erol Dinçer ölüm cezasına çarptırılırken, diğerleri de çeşitli hapis cezaları almışlardı. TBMM'nin kabul ettiği 480 sayılı kanunla da haklarında ölüm kararı onaylanan Fethi Gürcan ve Talat Aydemir idam edildiler.
Dönemin iktidarı, hiçbir ilgisi olmamasına rağmen Alpaslan Türkeş'i bu olayların sanıkları arasına alarak tutukladı. Yaklaşık dört ay hücrede kalan Türkeş, yapılan yargılama sonrasında beraat etti.
Alparslan Türkeş'in Siyasete Girişi
Türkeş'in Ankara'ya döndüğü sıralarda siyasî iktidarda II. İnönü Koalisyon hükümeti bulunuyordu. Kurulan bu koalisyon hükûmeti çok çabuk yıpranmıştı. İnönü dahi partisi içinden eleştirilmeye başlanmıştı. Hükûmet iktidarda olduğu süre içinde ciddî sayılabilecek hiçbir faaliyette bulunmadı.
Sürgünden dönüşü ile birlikte ilgi odağı hâline gelen Türkeş, AP ileri gelenlerinden Saadettin Bilgiç ile görüşüyordu. Türkeş bu sıralarda AP mensupları tarafından partiye davet edilmişti. AP'lilerin yanı sıra CKMP'liler de kendisini partilerine davet etmişlerdi.
Alparslan Türkeş daha sonraki günlerde arkadaşlarıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği"ni kurarak partileşme çalışmalarını buradan yürütmeye başladı. Derneğin kurucuları arasında Mustafa Kemal Erkovan, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Zühtü Pehlivanlı ve Alaattin Çetin gibi milletvekilleri vardı. Dernek siyasî partilerden önemli ölçüde destek sağlamıştı. AP'lilerin yanı sıra YTP'li ve CKMP'liler derneğe geliyor, Türkeş ve arkadaşlarını aralarına davet ediyorlardı. Bu dönemde 14'lerin desteğini önemli ölçüde sağlamış olan Türkeş ise Huzur ve Yükseliş Derneğini parti hâline getirmeye çalışıyordu.
Partileşme faaliyetlerinin hız kazandığı bu yıllarda Alparslan Türkeş'in kader birliği yaptığı arkadaşları 18 Mayıs 1963 günü AP'lilerle bir anlaşmaya vardı. Bu anlaşmada Türkeş'in AP'ye genel başkan olarak seçilmesi plânlanmıştı. Ancak 21 Mayıs Hareketi bu plânın gerçekleşmesini engellemiştir.
Bu arada 17 Kasım 1963'te yapılan yerel seçimler AP'nin zaferiyle sonuçlandı. Oyların %48,87'sini AP, %36.97'sini CHP, %6.5'ini YTP, %2.6'sını CKMP alırken kalan %8'lik kısım Millet Partisi, Türkiye İşçi Partisi ve bağımsızlar arasında paylaşılmıştı.
CHP ile iş birliğine yanaşmayan AP, yerel seçim sonuçlarının kendisine kazandırdığı itibarı değerlendirerek güç toplamaya çalışmıştı. Koalisyona katılan YTP ve CKMP hızla zayıflamaktaydılar. AP, erken seçime gidilmesini isterken, Osman Bölükbaşı'nın MP'si Millî Koalisyonu, YTP ise yeniden CHP-AP koalisyonunu teklif etmişlerdi.
Hükûmet krizinin başladığı bu ortamda koalisyonu oluşturan partiler arasında çözülme başlamış ve CKMP 26 Kasım 1963'te, YTP de 27 Kasım'da hükûmetten çekilmişlerdir. Böylece Başbakan İsmet İnönü de istifa etmek zorunda kalmıştır.
İnönü'nün istifasından sonra yine CHP tarafından kurulan III. Koalisyon Hükûmeti 25 Aralık 1963 - 20 Şubat 1965 arasında görev yapmıştır. Bu hükûmetin kuruluşu uzun görüşmelerden sonra olmuş, Meclisteki oylamada ancak 225 kabul oyu alabilmiştir. Güvensizlik oyları 175 olduğu için hükûmet bir azınlık hükûmeti olarak kurulmuştur. CHP 21, bağımsızlar ise 2 bakanlıkla kabineyi oluşturdular ;
Başbakan: İsmet İnönü
Başbakan Yardımcısı: Kemal Satır
Devlet Bakanı: İbrahim Saffet Omay
Devlet Bakanı: Malik Yolaç
Devlet Bakanı: Vefik Piniççioğlu
Adalet Bakanı: Sedat Çumralı
Bayındırlık Bakanı: A.Hikmet Onat
Çalışma Bakanı: Bülent Ecevit
Dışişleri Bakanı: Feridun Cemal Erkin
Enerji ve Tabii Kayn. Bak.: Hüdai Oral
Tekel Bakanı: Mehmet Yüceler
İçişleri Bakanı: Orhan Öztrak
İmar-İskan Bakanı: Celâlettin Uzer
Köyişleri Bakanı: Lebit Yurdoğlu
Maliye Bakanı: Ferit Melen
Millî Eğitim Bakanı: İbrahim Öktem
Millî Savunma Bakanı: İlhami Sancar
Sağlık ve Sos. Yar.Bakanı: Kemal Demir
Sanayi Bakanı: Muammer Erten
Tarım Bakanı: Turan Şahi